-
Yazarlarımız

SİZ KENDİ EVİNİZDE HİÇ MİSAFİR OLDUNUZ MU?

Saat gecenin biri idi. Fatma bugün hastanede gece nöbetçisiydi. 10 yıldır aynı hastanede çalışıyordu ve işini severek yapıyordu. Odaların birçoğu boştu, hastaların hepsi uykuda idi, Fatma başladığı kitabı okuyabilecekti, sabırsızlıkla sonunu bekliyordu…

Dut, dut, duuuut… 326 numaralı odadan geliyordu zil sesi, Osman Bey’in odası… Osman Bey, yaklaşık 50 yaşlarında, bakımlı, yakışıklı, kültürlü ve namazlı abdestli bir beyefendi idi. 2 hafta önce midesinde bir ağrı hissetmiş ve o gündür tedavi görmekteydi. “Bu beyefendinin gözlerinde bir hüzün var” diye düşünüyordu Fatma. Acaba gözlerinin derinliğinden gelen bu acı neydi?

-İyi geceler Osman Bey, buyurun.

-İyi geceler hemşire hanim, midem de yine ayni ağrı var ve ayrıca başım çok ağrıyor…

-Mideniz için ilacınızı getireceğim fakat baş ağrınız için sabah 8’e kadar hiç bir şey veremem. Bugün tam 4 tane ağrı kesici almışsınız.

-Fayda etmiyor bu ilaçlar. Daha güçlü bir şey yok mu? Mesela 10 saat kesintisiz bir uykuya daldıracak bir şey? Aklımdaki bütün bu unutamadıklarımı, bir kaç saatliğine de olsa, silebilecek bir ilaç?

-İyi misiniz..? Uyku tedavisi için hiç bir şey veremem, midenize çok zararlı…

-İyi değilim aslında… Midemdeki ağrı, yaşadığım düşüncelerden geliyor. Düşünceler bitse ağrım kalmaz, biliyorum…

-Peki, sakıncası yoksa bana anlatmak ister misiniz? (Fatma hemşire, üniversiteye başladığında psikoloji bölümündeydi, 3uncu sınıfta ayrılmıştı o branştan, maksadı Osman beyi bir nebze rahatlatabilmekti).

-İşinizden alıkoymayayım sizi?

-Rica ederim, olur mu? Siz ve iki hastadan başka kimse yok, nöbetim 6’da bitiyor, mide ağrınız için gerekli olanı getiriyim ve sonrasında sizi dinleyeceğim…

-Siz kendi evinizde hiç misafir oldunuz mu? Ben oldum, hem de 9 yaşımdan itibaren. Annem ve babam, ben 9 yaşındayken ayrıldılar. Amca çocuklarıydılar. Annem 14 yaşındayken ailesini kaybetti ve bütün mal varlığı ona kalmıştı, babası çok zengindi. Bundan faydalanmak isteyen babaannem, babam istemediği halde onları evlendirmiş, 14 ve 16 yaşındaki çocukları… 10 yıllık evlilik ve 6 çocuk, bu evliliği sağlıklı bir şekilde yürümesine yardımcı olamamış. Ayrıldıktan sonra, her ikisi de tekrardan evlendiler. Annem başka bir ilden olan zengin biri ile evlendi, yanına da en ufak kardeşimi alarak. Beni ve diğer 4 kardeşimi babaanneme bırakarak. Babam ise, mahallemizin, fakir fakat en güzel kızı ile evlenmişti. İkisi için düğün olan o gün, benim ve kardeşlerim için kâbusun başlangıç noktasıydı…

İlk bir hafta çok iyi idi. Sonrasında ise, babam sabah erkenden dükkânımıza giderdi, akşam da geç saatlerde dönerdi. Babaannem ve dedem de genelde zamanlarını elma bahçelerimizde geçirirlerdi (annemin bahçelerinde). Bir gün bu kadın bağırarak beni çağırdı. Ufak oğlan kardeşim altını kirletmişti, ağlıyordu. « Çabuk şunu temizle » diye emir vermişti. Allah’ım çocuğun her yeri mordu. Nasıl olabilirdi? « Ne yaptın kardeşime, neden vurdun ona? O daha bir bebek, nasıl kıydın? » diye bağırıyordum. O da şöyle karşılık vermişti « sus, ukala seni, terbiyesiz, cevap verme bana. Hem kendin vurup hem de bana iftira atma anası kılıklı !». Ağlayarak işi tamamladım, o gece kardeşlerime sarılıp betonun üzerinde uyuya kalmıştım. Sabah kahvaltısında ise, öyle iyi davranıyordu ki, dün yapılanlar bunun tarafından yapılmamış gibiydi. Babama gösteriş yapıyordu.

Bir aralık gecesi, hava çok soğuk, eksi 10 derece ve her yer beyazlar altındaydı. O ufak yaşıma rağmen, geceleri bir matbaada çalışıyordum, kendimin ve kardeşlerimin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için. Iş çıkışı evin önüne geldiğimde, eski bir halı atmıştık bahçeye, halı bir anda kıpırdamıştı. Köpek veya kedi olabilir diye ayağımla vurmuştum. Bir çocuk sesi geldi. Hayır, olamaz. Kız kardeşimdi… Saçlarında bit var gerekçesi ile analık onu dışarıya atmış, kışa soğuğa aldırış etmeden. Öyle üşümüştü ki zavallım benim, kalkıp yürümeye hali yoktu. Onu kucağıma alarak, odamızda sabaha kadar saçlarını temizlemiştim…

“Allah’ım bir insan nasıl bu kadar vicdansız olabilirdi diye düşünüyordu Fatma hemşire? Hele ki bir Müslüman? O gözlerde ki acıyı anlıyordu artık…”

Yine sabahın birinde, uyandığımda mayalı ekmeği ve bizim oralarda o ekmeğin içerisini ciğer sıkılır, o kokular geliyordu. Büyük bir sevinçle uyandım, kardeşlerimi giyindirdim, tek tek gece bizim mahallenin su çeşmesinden doldurduğum su ıbrığı ile her birimizin yüzünü yıkadım. Ayrıca, iki kardeşim daha olmuştu ben ise 15 yaşıma girmiştim. Yer sofrasının etrafına oturduk, “o” izin vermeden hiç bir şeyi ne elleyebilirdik ne de yiyebilirdik. Kardeşlerimin gözleri ise gülüyordu çünkü mayalı ekmeğini nadiren yerdik. Önce kendi çocuklarına sıktı, bizlere ise, eski kuru ekmek kırıntılarını… “biz bunları yemeyeceğiz, bize de ciğer koy” demiştim. “Önüne ne geliyorsa onu ye, yoksa kalkın sofradan” demişti çatık kaşları ile. Doğru ya, biz burada misafirdik… Artık çekilmiyordu hayat, annem bizleri unutmuştu, evlendiği kişi bizleri istemiyordu. Anne-baba varlığı içinde, koca dünyada yetimdik…

Yine bir gün, oğlan kardeşim yüzü kanlar içerisinde işyerine geldi. “Onun” erkek kardeşleri benim kardeşimi dövmüşlerdi. Suçu da, annemin parası ile alınan bilezikleri oynarken yakalanması idi. Artık yeter dedim, çektiklerimiz yeter! Babamın sessizliğine baş eğmeyeceğim. Babaannem ve dedem de çok korkuyorlardı ondan, onlara da farklı şekillerde eziyet yapıyordu. Ben koşarak mahalleye yaklaşırken, bu bir anda önüme çıktı. Kıyafetlerinin bir kısmı yırtık vaziyetteydi. Ben neler oluyor diye düşünürken, bu bağırmaya başladı. « Yetişin komşular, ırzıma geçiyor bu nankör oğlan, yetişin, jandarma yok mu burada, imdaaaat ! ». Allah’ım ne oluyordu, kuru iftiraya uğramak bu olsa gerek. Beynimden vurulmuş bir şekilde beklerken, dedem geldi. « Kaç oğlum, kaç, tuzak kurdular size, kaç yavruuuum… ». Öyle koşuyordum ki, nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Kaçsam ne fayda, 2 erkek kardeşi ve bir jandarma önüme çıktı. Jandarma birliğine kadar dayak yedim, hatta bir su birikintisi vardı, aldılar başımı, sokup sokup çıkardılar… Jandarma birliğine geldiğimde ise duyduğum iftiralar o kadar aşağılıktı ki, utancımdan gözlerimi yerden kaldıramıyordum. Fakat “o” anlatırken gayet rahattı! Jandarma komutanı bunlara gitmelerini ve gereken cezayı vereceğini söylemişti. Allah adamı olmalıydı ki, uğradığım iftiraları anlamıştı. Bana dikkat etmemi ve bir aileyi taşıyabilecek vaziyete geldiğim anda o evden ayrılmamı tavsiye etmişti. Eve döndüğümde ise, bu iyice sinirlenmişti. O aksam da açlık bizim yoldaşımızdı…

Günler böyle acılarla, işkencelerle geçti hemşire hanim. Evlenme çağım gelmişti artık. Mahallemizin, namuslu ve temiz bir ailesi vardı, onların kızı ile evlendim. 2 erkek kardeşimi de yanıma aldım. 2 kız kardeşimi ise, çocuk yaşta evlendirmek zorunda kaldım. İkisi de Avrupa’ya gelin gittiler… Eşim öyle iyi davrandı ki kardeşlerime ilk günden itibaren. Gülen yüzünü ve sıcak yemeğimizi bir gün olsun eksik etmedi…

Ama o memduh kadın artık kafayı eşime takmıştı. Hizmetçi gibi kullanıyordu. Ben evdeyken yollamıyordum fakat benim yokluğumda zorla götürüp temizliğini yaptırıyordu. Artık bize rahat yoktu. Maddi durumumuz iyi olduğu halde, gurbet yolu bizlere gözüktü. Öyle işte hemşire hanim, çoğu Avrupa’ya maddi rahatlık için gidiyordu fakat biz kurtuluş için… Güneş belki bizlere orda doğacaktı…

Belçika en uygun ülke gözüküyordu; eşimi ve iki erkek kardeşimi de alıp Belçika serüvenimiz başlamıştı. Bir kaç yıl sonra, abilik görevimi yapıp, kardeşlerimi evlendirdim. Her birimizin eşi, helal süt emmiş kişilerdi, çok mutluyduk…

Yıllar böyle geçti Fatma Hanım. Benim de çocuklarım oldu. Tam 3 tane. Büyük oğlan evli, 2 de torunum var. Bundan 3 yıl önce de hanım vefat etti. Bir erkek olarak, çocuklara hem annelik hem babalık yapmak çok zor çok. Kardeşimin biri, bir kaç kez, evlenmem için zorladı beni, hatta birilerini bile gösterdi. Nasıl evlenebilirim? Analıktan çekmiş biri olarak, çocuklarıma kıyabilir miyim? Şimdi anladınız mı neden başım ağrıyor?

-Evet, anlıyorum sizi. Fakat yanlış düşünüyorsunuz. Siz analıktan çektiniz diye çocuklarınız da çekecek diye bir şey yok. Üstelik bütün bayanlar acımasız değildir. Kendi evlatları gibi eşlerinin çocuklarına bakan onca insan var. Eğer seçiminizi iyi yaparsanız, sizi ve çocuklarınızı mutlu edecek birinin önünüze çıkabileceğini düşünüyorum. Hemşirenin aklına ablası gelmişti bir anda. İki yıl önce o da eşini ve iki çocuğunu trafik kazasında kaybetmişti ve çok merhametli birisiydi. Osman Bey de iyi birine benziyordu, hemşire hanım odada bir kaç kez namaz kıldığını da görmüştü. Yüzünde bir nur sezmişti her gördüğünde… Neden olmasın, ikisi de mutlu olabilirdi…

Ve hikâyemizin sonuna geldik… Hayal ettiğiniz sonu da size bırakıyorum. Burada sizin hayal gücünüz çalışsın… Bu hikâye gerçek bir hayattan alıntıdır. Sadece bir kaç detayı değiştirdim. Hayatımızda; dertlerimizin, sıkıntılarımızın ve düşüncelerimizin esiri olursak, bir o kadar da mutsuz ve hastalık sahibi oluruz! Eski günler, eskide kalır. Evet, geçmişimiz olmadan geleceğimiz olmaz fakat geçmişten çıkmadıkça gelecekte mutlu olabilmemiz çok zor. Hastalıkların en büyük sebebi düşüncedir. Ne kadar zor olsa da, çok ince düşünmemeye gayret edelim. Ayrıca insanları da gruplaştırmayalım: bütün analıklar kötüdür, Kayserililer cimridir vs.. gibi düşüncelerde bulunmayalım. Her milletten, kötü ve iyi insanlar vardır. İyiliğin veya kutuluğun ırkı yoktur… Hastalıksız, dertsiz, sıkıntısız bir yaşam geçirmemiz dileğim ile, saygılarımla…

15.12.13 CHERATTE
Arife Beyhan

Arife BEYHAN

1979 yılında Liège'de doğdu ve 5 kız çocuklu Karamanlı bir ailenin 3’üncü kızıdır. Evli ve iki çocuk annesidir. Fransızca, İngilizce ve flamanca bilmektedir ve bir mağazada satış müdürüdür.

2 Yorum

  1. Yüreğinize sağlık Arife hanım. okurken gözlerim doldu.
    Evet insan eşrefi mahlukat olarak yaratılmıştır ama, aynı insan yaptıklarıyla melek den yukarı, ve yine yaptıklarıyla hayvandan aşağı olabiliyor.
    Ön yargılı olmamak iyi düşünmek ideal olandır ama, kontrollü de olmak lazım.
    Selamlar…

  2. Akeyküm Selam Halil bey, çok haklısınız… İnsan oğlu farklı farklı yaratıldı… Ne iyiliğin ne de kötülüğün ırkı olmadığı gibi merhametin de öyle…
    Cenab-ı Allah bizleri kötü insanlardan korusun…

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu